Cuma, Aralık 26, 2008

Kalanlar (2)

"Benim kişiliğimin yöresi mutlaka Anadolu'da bir kasaba. Hiç kibar değil. Bilinçsizce alçakgönüllü. Ne baharımsı ne yazımsı. Sessiz, durgun, ama geniş değil, yalnızca can sıkıcı. 'Can sıkıcı' sözcüğünü seviyorum. Birçok Anadolu kasabasını, kentini anlatmamaya yetiyor ve içimde birçok duyguyu birden uyandırıyor."

"Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku... Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur -artık hiçbir yerdesin."

"Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Bu ikisinin ötesinde kalıp olup bitene seyirci oldum ve dünyayı kavradığımı sandım. İlk kez gördüm denizlerini. İlk kez güneşinin altında yattım. Gecelerinde dolaştım. Bir çocuk bile doğurdum, benim anneme yabancı olduğum gibi o da bana yabancı. Evet, dünyayı kavradığımı sandım. Politikası, toplumsal yapıları, sömürenleri, sömürülenleri ile ilgilendim. Ben ne sömüren ne de sömürülendim. Kırk yaşımda başlamam ya da bitirmem gerekeni bitirdiğimi sanıyorum. bir insan yaşamı kırk yıl da olabilir. Olmalı. Bir ölüm özlemi değil bu. Özlemlerim kalmadı. Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım çevresinde dönen bir yolculuğun."

"Gece, geceyarısına doğru kaydıkça, dolunay karanlığa daha çok gömülüyor. Geceyi aydınlatmak istemesi kötü niyeti. Yarın 1 Kasım. Ölme ayı. Doğa. Yıl. Işık. İnsanların ufak sevinçleri. Kasım -ölme ayı."

"Bıraktım. Bıraktım. Hepsini, kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım. Ama hiçbiri kendi dünyalarını anlayamadı. Ve bana ölümsüzlüklerinin sonsuz acıları kaldı. Ya da sonsuz bağımsızlıkları. Bu kadar duyguyu nasıl taşıyacaktım? Bunca yıl taşımış, bunca büyük kentin onca büyük alanlarında bu yalnızlığıma bir destek aramıştım. Beni yaşamcıl kılmakla en büyük ölümlerin en derin acılarını bana vermemiş mi bu insan olma çabası? Ben, insan olma çabasının sürekli üstüne giden ben? Artık beni benden alsınlar. Atsınlar bir alanın sabah süpürülen, sabah boş şişeleri taşınan bir büyük çöp tenekesine. Ben de biraz onlardan olmak istiyorum. Duyguları ölçüleyen, sevgilerini sevmeyen, acılarını acımayan, yollarını yürümeyen, uykularını uyuyan, iştahlarını yiyen, sevişme isteklerini boşaltanlardan olmak istiyorum. Sevişme isteğinin sonunda tüm aşkları üstleyecek yorulmazlığı değil, yorgunluğu istiyorum bir insanın yürek atışlarında. Ama sessiz gecelerin sonu var mı sanıyorsun? Hayır? Hayır mı?"

"Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda yaşamım bitti. Bilmiyorum, nerede ne zaman. Ve işte o bittiği yerde başladı. Acının sonunda. Acı ile."

Kalanlar (1)

"Günler koptu. Artık geceleri ölüm akıyor sokaklara. Kentin evlerinin aralıklarına doluyor. Boğuluyoruz."

"Beni öldürdümç Her insanı öldürmek kanısı ile öldürdüm. BEN BEN MİYİM? BEN HERKES MİYİM? BEN HER ŞEY MİYİM? Yatıyorum. Kısa süre sonra gelevcek ölüm. Biliyorum bunu. Umursamıyorum oysa. Güzel bir ölüm kucakladı beni. Yeni açıyor çiçekler. Aydınlıklar koşuşuyor. Kızların şarkıları kulağımı dolduruyor. Güzel gözler bakıyorlar bana. Kendi gözlerimi bu gözlerle karıştırıyorum.
...
Kalkın. Tüm ellerinizi uzatın bana. Tutmak istiyorum. Sizleri yemyeşil çimenler üzerine çıkaracağım. Soluk yüzlerinizi güneşlerle yıkayacağım. Irak ülkelere gideceğiz. Oralarda kara bir ay ağaçlar arasına akmış. Ağaçlar yüksek. Sık. Uğulduyorlar geceleri. Gün ışığını avuçlarımıza alacağız. Gelin. Kalkın. Uzatın ellerinizi."

"Bu kadarını görebilen gözlerimin gerisindeki düşünceler, kıtaları, kentleri, olayları, insanları düşünüyorç. Bu ülkeleri ozanlar, şarkılar, romanlar, filmler, senfoniler, savaşlar anlatmış. Birçokları da belki anlatmadan gözlerine, belleklerine, benliklerine yazmış güneşin doğuşunu, batışını, dağları, boş ovaları, kalabalık kentleri, aşkı bir hastane koridorunda beklenen adımları ve gene de, belki de ölürken söylemek istemiş en güzel, en yoğun tümcesini."

"Burası benim yerim. Bu denizi, bu bitkileri, bu ağaçları, bu küçük semti yaşamak için, bu gökyüzünün değişen renklerine bakmak için yaşlılığımda uzun yıllar olacak. Hiç başka bir yer değil, burada oturup değişen, kalabalıklaşan dünyaya çıkmadan yaşamak istediğim yer burası. Şimdi tepelerden koşan bulutlar denizin üzerine geliyor. Doğanın bu değişkenliklerini yılar boyunca izleyeceğim. Doyabilmek için."

"Haykırmak istediğim çok şey var. Büyük kayıplar yıkacak değil bizi. Açıkça birbirimizle konuşamıyorsak ben ağlamak, bağırarak ağlamak için bahçenin yeşillikleri gerisindeki odama geçiyorsam, biliyor musun, ne güzel ağıtlar içinde uyuyakalmak?"

"Şimdi neden bu kadar çok sevdiğimi anladım, çünkü kendim ölmüştüm ve yalnızca başkalarının canlılığını algılayabiliyordum."

"Her sabah yepyeni bir dünyaya kalkıyorum. Her akşam dünyanın bütün yorgunluk ve acı çekişleriyle dayanamaz duruma geliyorum.
İnsan her şeyi nasıl isterse öyle algılayabiliyor. Kanallarda yol alan bu gemi neden duygularıma göre öteki dünyaya yol alıyor olmasın."