Çarşamba, Mayıs 16, 2007

Otostopçunun Galaksi Rehberi

okumaya başladığımda sadece ne okuduğumu değil, nerede ve kim olduğumu da anlayamamıştım... sonra farkettim ki zaten hiçbi şeyi anlayamıyorum...



evrenin sonundaki restoran'dan

Belirli bir hiçliğin – orası hiç bulunamayacak bir hiçlikti, çünkü galakside yalnızca altı kişide anahtarı bulunan uçsuz bucaksız bir İhtimaldışı alanıyla korunuyordu- ortasında küçük ve bilinmeyen bir dünyada yağmur yağıyordu.

Bardaktan boşanırcasına yağıyordu ve saatlerdir böyleydi. Denizin üzerini sis bulutlarıyla kaplayan yağmur, ağaçları dövüyor ve denizin yakınındaki çıplak bir kara parçasını çamur deryasına çeviriyordu.

Yağmur bu çıplak kara parçasının tam ortasında bulunan küçük barakanın oluklu demirden yapılmış çatısını şiddetle topa tutup dans ediyordu. Barakadan deniz kenarına uzanan kaba patikayı siliyor ve patikadaki ilginç denizkabuğu yığınlarını parçalıyordu.

Yağmurun damda çıkardığı gürültü içerideki kişinin kulaklarını sağır edebilirdi, ama içerideki kişi, dikkati başka yerde olduğu için işitmiyordu bile.

Bu, uzun boylu ve ayaklarını sürüye sürüye yürüyen bir adamdı, akan çatının ıslattığı saman rengi gür saçları vardı. Giysileri eski püsküydü, sırtı kamburlaşmıştı ve gözleri açık olmasına rağmen kapalı gibi görünüyordu.

Barakasında eski püskü bir koltuk, çizik içinde bir masa, eski bir yatak, birkaç yastık ve küçük, ama sıcak bir soba bulunuyordu.

Bir de yaşlı ve hafif ıslak bir kedi vardı ve o sırada adamın dikkati sürekli olarak bu kedinin üzerindeydi.

Sarsak vücuduyla hayvana doğru eğildi.

“Kedicik, kedicik, kedicik” dedi,”gel pisi pisi pisi... kedicik balığını ister mi? Güzel bir parça balık... kedicik ister mi?”

kedi bu konuda kararsız görünüyordu. Adamın kendisine doğru uzattığı balığa küçümser bir edayla pençe attıktan sonra ilgisini tamamen döşeme üzerindeki bir toz parçasona yöneltti.

“Kedicik balığını yemezse, zayıflayacak ve iğne ipliğe dönece, sanırım” dedi adam. Sesine bir şüphe sinmişti.

“Sanırım olacak olan bu” dedi adam, “ama bunu ona nasıl anlatayım ki?”

balığı tekrar sundu.

“Kedicik düşünsün” dedi, “balığı yemek ya da yememek. Ama galiba ben karışmasam daha iyi olacak.” İç çekti.

“Ben balığın iyi olduğunu düşünüyorum, ama yağmurun da ıslatıcı olduğunu düşünüyorum, sonuçta ben kim oluyorum da yargılayabiliyorum?”

balığı kedi için barakanın zeminine bıraktı ve geri çekildi.

“Hah galiba onu yiyorsun” dedi sonunda. Kedi, toz parçasıyla mevcut eğlenme imkânlarını düzenledikten sonra balığın üzerine atlamıştı.

“Balık ediğini gördüğüme seviniyorum” dedi adam, “çünkü bence, yemezsen iğne ipliğe dönersin.”

Masadan bir kağıt parçası ve ufalmış bir kurşunkalem buldu. Birini bir eline, öbürünü de diğer eline aldı ve onları bir araya getirmenin çeşitli yollarını denedi. Kalemi önce kağıdın altında tutmayı denedi, sonra üzerinde, sonra kağıdın yanında. Kağıdı kalemin etrafına sarmayı denedi,, kalemin küt ucunu kağıda sürtmeyi denedi ve sonra da açılmış ucunu kağıda sürmeyi denedi. Kalem bir iz bırakmıştı ve adam her gün olduğu gibi bugün de keşfiyle mutlu oldu. Masadan bir kağıt parçası daha aldı. Bunun üzerinde bir bilmece vardı. Şöyle bir inceledi ve konuyla ilgisini kaybetmeden önce bir iki boşluğu doldurdu.

Ellerinden birinin üzerine oturmayı denedi ve kalça kemiklerini hissedince meraklandı.

“Balık uzaklardan gelir” dedi, “ya da bana öyle söylediler. Ya da ben bana öyle söylendiğini hayal ediyorum. Adamlar geldiğinde ya da benim hayalimde adamlar altı tane siyah ve parlak gemiyle geldiğinde senin hayalinde de geliyorlar mı? Sen ne görüyorsun kedicik?”

kediye baktı. O, bu düşüncelerden çok, bir an önce balığı mideye indirme derdindeydi.

“Ve ben onların sorularını duyduğumda, sen de duyuyor musun? Onların sesleri senin için ne anlam ifade ediyor? Belki de sen onların sana şarkı söylediklerini düşünüyorsun yalnızca.” Bu konuyu düşündüğünde yaptığı akıl yürütmedeki hatayı gördü.

“Belki de sana şarkı söylüyorlardır” dedi, “ben de bana soru soruyorlar sanıyorumdur.”

Tekrar durakladı. Bazen yalnızca nasıl olduğunu görmek için günlerce duraklardı.

“Bugün de gelirler mi sence?” dedi, “Bence gelirler. Yerde çamur, masada sigaralar ve viski, bir tabakta senin için balık ve zihnimde onların anısı var. Bunların hiçbiri somut kanıtlar değil, biliyorum ama ona bakarsan bütün kanıtlar çevre şartlarına bağlıdır. Bak bana daha neler bırakmışlar.”

Masaya uzandı ve üzerinden bir şeyler aldı.

Masaya uzandı ve üzerinden bir şeyler aldı.

“Bulmacalar, sözlükler ve bir hesap makinesi.”

Bir saat boyunca hesap makinesiyle oyalandı. Bu arada kedi uyumuştu ve dışarıda yağmur devam ediyordu. Sonunda makineyi bir tarafa bıraktı.

“bana soru sorduklarını düşünmekte haklıyım galiba” dedi. “O kadar yolu, bütün bu şeyleri yalnızca sana şarkı söyleme ayrıcalığı için aşmaları çok garip olurdu. Ya da bana öyle geliyor. Kim bilir, kim bilebilir ki.”

Masadan bir sigara aldı ve onu ocaktan aldığı bir korla yaktı. Derin derin içine çekti ve arkasına yaslandı.

“Sanırım bugün gökyüzünde bir başka gemi gördüm” dedi sonunda. “Büyük, beyaz bir gemi. Hiç büyük, beyaz bir gemi görmemiştim, daha önce altı küçük siyah gemi, altı da yeşil gemi görmüştüm. Ve çok uzaklardan geldiklerini söyleyen diğerleri. Ama hiç büyük, beyaz bir gemi görmemiştim. Belki de belli zamanlarda altı siyah küçük gemi, bir beyaz büyük gemi gibi gözüküyordur. Belki de bir kadeh viskiye ihtiyacım vardır. Evet, bu daha makul görünüyor.”

Ayağa kalktı ve döşeğin yanında yerde duran bir bardak buldu. Şişeden bir ölçek viski doldurdu. Tekrar oturdu.

“Belki de beni görmeye başkaları geliyordur” dedi.

Yüz metre kadar ötede, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur Altın Kalp’i dövmekteydi.

Lombar ağzı açıldı ve üç şekil belirdi, yüzlerini yağmurdan korumak için iki büklüm duruyorlardı.

“Orada mı?” diye bağırdı Trillian, yağmurun sesini bastırarak.

“Evet” dedi Zarniwoop.

“Şu barakada mı?”

“Evet.”

“Tuhaf” dedi Zaphod.

“Ama burası ıssızlığın ortası” dedi Trillian, “yanlış bir yere gelmiş olmalıyız. Evrene bir barakadan hükmedilemez ki.”

Boşanan yağmurun altında koşturarak ilerlediler ve sırılsıklam bir halde kapıya vardılar. Kapıyı çaldılar. Titreyerek beklediler.

Kapı açıldı.

“Buyrun?” dedi adam.

“Şey, özür dilerim” dedi Zarniwoop, “eğer elimdeki veriler yanlış değilse...”

“Evrene sen mi hükmediyorsun?” dedi Zaphod.

Adam ona gülümsedi.

“Bunu yapmamaya gayret ediyorum” dedi. “Islandınız mı?”

Zaphod şaşkınlık içinde ona bakakaldı.

“Islanmak mı?” diye haykırdı. “Islanmış gibi görünmüyor muyuz?”

“Bana göründüğü kadarıyla tamamen ıslanmışsınız” dedi adam, “ama sizin bu konuda hissettikleriniz tamamen farklı olabilir. Eğer sıcağın sizi kurutacağını düşünüyorsanız, içeri girseniz iyi olur.”

Hep birlikte içeri girdiler.

Minik baraka etraflarına bakındılar. Zarniwoop hafif bir hoşnutsuzlukla, Trillian ilgiyle, Zaphod hayranlıkla bakıyordu.

“Hey, eee...” dedi Zaphod, “adın neydi?”

adam onlara tereddütle baktı.

“Bilmiyorum. Niye bir adım olması gerektiğini düşünüyorsunuz? Bir demet belirsiz duyusal algılamaya bir isim vermek bana oldukça tuhaf geliyor.”

Trillian’ı koltuğuna oturmaya davet etti. Kendisi de koltuğun koluna oturdu, Zarniwoop kaskatı bir halde masaya yaslandı, Zaphod’sa döşeğe uzandı.

“Heeyt!” dedi Zaphod. “Kralın tahtı!” Kediyi gıdıkladı.

“Dinleyin” dedi Zarniwoop, “size bazı sorular sormam gerek.”

“Pekâla” dedi adam nazik bir tavırla, “isterseniz kedime şarkı söyleyebilirsiniz.”

“Bunu sever mi?” diye sordu Zaphod.

“Ona sorsan daha iyi olur” dedi adam.

“Konuşuyor mu?” dedi Zaphod.

“Konuştuğunu hiç hatırlamıyorum” dedi adam, “ama belleğim güvenilir değildir.”

Zarniwoop cebinden bir takım notlar çıkardı.

“Şimdi” dedi, “Evrene sizin hükmettiğiniz doğru, değil mi?

“bunu nasıl bilebilirim?” dedi adam.

Zarniwoop kağıtta bir yeri işaretledi.

“Ne kadar zamandır bu işi yapıyorsunuz?”

“Şey” dedi adam, “bu, geçmişle ilgili bir soru, değil mi?”

Zarniwoop kafası karışmış bir şekilde baktı. Beklediği durum tam olarak bu sayılmazdı.

“Evet” dedi.

“Geçmişin, benim şu anki fiziksel duyularımla zihinsel durumum arasındaki uyumsuzluğu gidermek üzere tasarlanmış bir düzmece olmadığını” dedi adam, “ nasıl bilebilirim ki?”

Zarniwoop ona bakakaldı. Sırılsıklam giysilerinden buharlar yükselmeye başlamıştı.

“Yani bütün soruları böyle mi cevaplıyorsunuz?” dedi.

Adam çabucak cevap verdi.

“İnsanların konuştuklarını duyduğumu sandığımda aklıma gelenleri söylerim. Daha fazlası elimden gelmez.”

Zaphod neşeyle bir kahkaha attı.

“İşte buna içerim” dedi ve ortaya çıkardığı Janx şişesinden bir yudum aldı. Ayağa fırladı ve şişeyi Evrenin hükümdarına uzattı, o da memnuniyetle kabul etti.

“Bu sizin için iyi bir şey, yüce hükümdar” dedi, “içinden geçeni söylemeli insan.”

“Hayır, beni dinleyin” dedi Zarniwoop, “birileri size geliyor, öyle değil m? Gemilerle...”

“Sanırım geliyorlar” dedi adam. Şişeyi Trillian’a uzattı.

“Ve sizden kendileri adına” dedi Zarniwoop, “kararlar vermenizi istemiyorlar mı? Yaşamlarıyla ilgili, dünyalarıyla ilgili, savaşlarla ilgili, orada Evrende olup biten her şeyle ilgili?”

“Orada mı?” dedi adam. “Orası neresi?”

“Orada!” dedi Zarniwoop, kapıyı işaret ederek.

“Orada bir şey olduğunu nasıl söyleyebilirsiniz?” dedi adam kibarca. “Kapı kapalı.”

Yağmur çatıyı dövmeye devam ediyordu. Barakanın içi sıcaktı.

“Ama orada koca bir Evren olduğunu biliyorsunuz!” diye haykırdı Zarniwoop. “Var olmadıklarını söyleyerek sorumluluktan kaçamazsınız!”

Zarniwoop öfke içinde titrerken evrenin hükümdarı uzun bir süre düşündü.

“Siz gerçekten çok eminsiniz” dedi en sonunda, “Evreni –eğer öyle bir şey varsa tabii- garanti varmış gibi kabul eden birinin düşüncelerine güvenemem.”

Zarniwoop hala titriyordu, ama susmuştu.

“Ben yalnızca kendi Evrenimle ilgili karar veririm” deye sakince devam etti adam. “Benim Evrenim gözlerim ve kulaklarımdır. Bunun dışında her şey söylentidir.”

“Ama hiçbir şeye inanmaz mısınız?”

Adam omuzlarını silkti ve kedisini kucağına aldı.

“Ne demek istediğinizi anlamıyorum” dedi.

“Bu barakada aldığınız kararların milyonlarca kişinin yaşamını ve kaderini etkilediğini anlamıyor musunuz? Bunların hepsi korkunç bir şekilde yanlış!”

“Bilmiyorum. Bahsettiğin bütün bu kişilerle hiç karşılaşmadım. Senin de karşılaştığından şüpheliyim. Onlar yalnızca duyduğumuz kelimelerde var oluyorlar. Başkalarına ne olduğunu bildiğini söylemek, saçmalıktan başka şey değil. Var olup olmadıklarını yalnızca onlar bilir. Onların da kendi gözleri ve kulaklarından oluşan kendi evrenleri var.”

Trillian lafa karışarak dedi ki:

“Sanırım ben biraz dışarı çıkıp hava almak istiyorum.”

dışarı çıkarak yağmurda yürümeye başladı.

“Başkalarının var olduğuna inanıyor musunuz?” diye Zarniwoop üsteledi.

“Hiçbir fikrim yok. Nasıl söyleyebilirim ki?”

“Trillian’ın nesi olduğuna baksam iyi olacak” dedi Zaphod ve dışarı süzüldü.

Dışarıda, ona şöyle dedi:

“Bence evren oldukça emin ellerde, ne dersin?”

“Çok emin ellerde” dedi Trillian. Yağmurda birlikte yürümeye başladılar.

İçeride Zarniwoop devam ediyordu.

“Ama anlamıyor musunuz, millet sizin bir sözünüzle ölüyor ya da yaşamaya devam ediyor?”

evrenin hükümdarı bekleyebildiği kadar uzun bir süre bekledi. Geminin motorlarının çalıştığını belirten hafif sesi işittiğinde onu bastırmak için konuştu.

“O işin benimle bir ilgisi yok” dedi “ben kimseye karışmıyorum. Tanrı bilir ki, zalim biri değilim ben.”

“Hah!” diye bağırdı, Zarniwoop, “işte ‘Tanrı’ diyorsunuz. Sen de bir şeylere inanıyorsun!”

“Kedim” dedi adam şefkatli bir sesle, onu kucağına alıp okşadı, “ben ona Tanrı derim. Ona her zaman iyi davranırım.”

“Pekâlâ” dedi Zarniwoop, iddiasını sürdürerek, “onun varlığından nasıl emin olabiliyorsun? Onun sizin ona iyi davrandığınızı bildiğini ya da sizin iyiliğinizle ilgili olarak onun ne hissettiğini nasıl biliyorsunuz?”

“Bilemem” dedi adam gülümseyerek, “hiçbir fikrim yok. Yalnızca kedi gibi gözüken bir şeye, belirli bir tarzda davranmak beni mutlu ediyor. Sizin farklı bir davranış tarzınız mı var? Rica ederim, sanırım biraz yoruldum.”

Zarniwoop hiç tatmin olmadığını belirten bir soluk verdi ve etrafına bakındı.

“Diğer ikisi nerede?” diye sordu birden.

“Hangi diğer ikisi?” dedi Evrenin hükümdarı, tekrar koltuğuna yerleşip viski kadehini doldururken.

“Beeblebrox ve kız! Az önce burada olan iki kişi!”

“Ben kimseyi hatırlamıyorum. Geçmiş fiziksel duyularımızla...”

“Kendine sakla!” diye tersledi Zarniwoop ve dışarıya koşup yağmurun içine daldı.

Ortalıkta gemi filan yoktu. Yağmur toprağı çamurlaştırmaya devam ediyordu. Geminin nerede olduğunu gösteren hiçbir işaret yoktu. Yağmurun altında çılgın gibi koşmaya başladı. Geri dönüp barakaya koştuğundaysa kapının kilitlenmiş olduğunu gördü.


Evrenin hükümdarı koltuğunda küçük bir şekerleme yapıyordu. Bir süre sonra tekrar kağıt ve kalemle oynamaya başladı ve biriyle öbürünün üzerini işaretleyebildiğini keşfettiğinde çok mutlu oldu. Dışarıda, çeşitli gürültüler vardı, ama o bunların gerçek olup olmadığını bilmiyordu. Sonra bir hafta kadar masasıyla konuşarak, onun nasıl bir karşılık vereceğini görmeye çalıştı.




Hiç yorum yok: