Cuma, Şubat 08, 2008

Küçük Prens (2)

"O"ndan daha önce bahsetmiştim ama tekrar okuyunca, bu defa birkaç bölümle hatırlatmak istedim...
  • Bir süre düşündükten sonra şöyle dedi: “ Çizdiğin koyunun en iyi yanı ne biliyor musun? Geceleyin onu ev olarak kullanabilecek.”
    “ Elbette. Hem iyi bir çocuk olursan sana onu bağlaman için bir ip ve bir direk de çizerim.”
    Ama küçük prens bu söylediklerime çok şaşırmıştı.
    “Bağlamak mı? Ne komik bir fikir!”
    “Ama eğer onu bağlamazsan başıboş kalır ve kaybolur.”
    Küçük dostum yine kahkahalara boğuldu. “Ama nereye gidebilir ki?”
    “ Her yere, burnunun doğrusuna...”
    Bunun üzerine küçük prens ciddi bir tavırla: “Bir şey olmaz. Benim yaşadığım yerde her şey öyle küçük ki... “ dedi.
    Ve ardından, belki de biraz üzüntüyle, ekledi: “ Orada burnunun doğrusuna giden birisi, pek fazla uzaklaşamaz.”

  • Onlara “ Pembe tuğlalardan yapılmış bir ev gördüm, pencerelerinin kenarında sardunyalar, çatısında güvercinler vardı” diyecek olsanız, böyle bir evi hayal edemezler bile. Onlara “ Yüz bin dolar değerinde bir ev gördüm “ demeniz gerekir. O zaman “ Ah, ne kadar güzel bir ev! “ diyeceklerdir.
    İşte böyle. Bu yüzden de onlara “ Küçük prens çok güzeldi, kahkaha atıyordu ve bir koyun istemişti. İşte bunlar onun var olduğunun kanıtıdır “ deseniz, omuzlarını silkecek ve size çocuk muamelesi yapacaklardır. Ama “ Onun geldiği gezegen Asteroid B-612 “ derseniz, size inanacaklar ve sorular sormaya başlayacaklardır. Onlar böyle işte. Bu zayıflıklarından yararlanmak doğru olmaz. Çocukların yetişkinlere karşı daima anlayışlı olmaları gerekir.
  • Onu tarif etmeye çalışıyorum, çünkü onu unutmak istemiyorum. İnsanın bir dostunu unutması üzücüdür. Herkes bir dost sahibi olmayabilir. Ve eğer onu unutursam, şekillerden başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen yetişkinlere benzerim.
  • Bir keresinde güneşin batışını tam kırk dört kez izlediğini anlatmıştın bana. Sonra da şöyle demiştin: “ Bilirsin, insan çok mutsuz olduğu zamanlarda güneşin batışını izlemeyi sever.”


  • “ Bir generale martıya dönüşmesini emredersem ve general bu emre uymazsa suç onun değildir. İmkansız bir şeyi yapmasını istediğim için, suç benimdir.”









  • Üçüncü gezegende bir ayyaş yaşıyordu. Bu ziyareti çok kısa sürmüş, ama küçük prensi derinden etkilemişti.Ayyaş adam masada sessizce oturuyordu. Masanın üzerinde bir kısmı dolu, bir kısmı boş bir sürü şişe vardı. Küçük prens:” Burada ne yapıyorsunuz?” diye sordu.“ İçki içiyorum “ diye yanıtladı adam kederli bir biçimde.
    “ Neden içki içiyorsunuz?”
    “Unutmak için.”
    Küçük prens adamın durumuna üzülmüştü.
    “ Neyi unutmak için? “
    “ Utandığımı “ diye yanıtladı adam.
    Yardım etmek isteyen küçük prens,“ Neden utandığınızı? “dedi.
    “ İçki içmekten “ diye yanıtladı ve tam bir sessizliğe gömüldü ayyaş adam.
    Küçük Prens yoluna devam etti. Çok şaşkındı.
    “ Büyükler gerçekten de, gerçekten de çok tuhaflar “ dedi kendi kendine.
  • “Evet. Örneğin, den benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve işsiz olacaksın, ben de senin için.”“Anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi.”
    “Olabilir. Dünyada her şey mümkündür.” dedi tilki.
    “Ama bu çiçek dünyada değil.”
    Tilki şaşırmıştı. “Başka bir gezegende mi?”
    “Evet.”
    “Peki orada avcılar da var mı?”
    “Hayır, yok.”
    “Bu çok ilginç. Peki ya tavuklar?”
    “Hayır. Tavuklar da yok.”
    “Eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek.
  • Yoruldu ve kumların üzerine oturdu. Ben de yanına oturdum. Kısa bir sessizlikten sonra: “Yıldızlar çok güzel... Çünkü içlerinden birinde, şu an göremediğim bir çiçek yaşıyor” dedi.
    “Elbette” dedim. Sessizce ay ışığının altındaki kum tepeciklerini izledim.
    “Çok de çok güzel” dedi sonra.
    Gerçekten güzeldi. Çölleri hep sevmişimdir. Bir kum tepeciğinin üstüne oturursun. Hiçbir şey görmezsin. Hiçbir şey işitmezsin. Sadece çölün o sessiz, gizemli ışıltısını hissedersin.
    “Çöl çok güzel” dedi küçük prens, “çünkü bir yerlerinde bir kuyu gizliyor.”
    Bense çölün o gizemli ışıltısının farkına varmış, şaşırmıştım. Küçük bir çocukken çok eski bir evde otururduk. Burada bir hazinenin gizli olduğunu anlatmışlardı belki de. Ama bu hikaye evimizi büyülü bir ev yapmıştı.
    Benim evim, ruhunun derinliklerinde bir sır saklıyordu...
    “Evet,” dedim, “ne bir evin, ne yıldızların, ne de çölün güzelliğinin nereden geldiği bilinmez.”
    “Benimle aynı fikirde olmana çok sevindim” dedi küçük prens.

  • “Senin yaşadığın yerdeki insanlar,” dedi küçük prens, “bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar ve yine de aradıklarını bulamıyorlar.”
    “Doğru, bulamıyorlar” dedim.
    “Ve aslında aradıkları şeyi tek bir gülde, ya da bir avuç suda bulabilirlerdi.”
    “Evet, haklısın” dedim.
    “Ama gözler göremez. İnsanın kalbiyle bakması gerekir.”
    Suyu içmiştim. Nefesim yerine geldi. Güneş doğarken kumun rengi bal rengine dönüşmüştü. Bu renk çok hoşuma gidiyordu. Peki ama bu hissettiğim acı da neydi?
    Yumuşak bir sesle: “Sözünde durmalısın” dedi yanıma otururken.
    “Hangi söz?”
    “Biliyorsun. Koyunuma bir ağızlık yapacağını söylemiştin. Çiçeğime karşı sorumluluğum var. Onu korumalıyım.

Hiç yorum yok: